Sebepleri olmayan şeylerin, sonuçları da olmaz.
Durup dururken bir insan neden "Sere serpe" şiirini yazar ki, hem de Orhan Veli gibi birisi.
Peki, buradan ülkelerin, toplumların yok olmasına nasıl gidilir ki!..
O zaman buyurun sözcükleri yudumlamaya.
Önce BELLA'dan başlayalım!..
Bella, yani Bella Ezkenazi!..
Türkiye Cumhuriyeti'nin Uluslaşma sürecinin ilk yıllarıdır; Cumhuriyet kurulmuş, kurumsallaşması için çabalar sürmektedir. Yıl 1940 ve Milli Eğitim Eski Bakanı da Hasan ÂAli Yücel'dir..
Kültür, sanat ve edebiyatta "harikalar yaratan" Osmanlı'dan sonra Cumhuriyet'e geçilir ama "bir gecede de cahil kalınır"!.. Fars-Arap "Abece"sinin yerine 1928'de, Latin tabanlı Türk Abece'sine geçilir ama Osmanlı'dan öyle bol miktarda yazılıp, çizilen romanlar, öyküler falan da yoktur.
Kıta Avrupası bile yazıp, çizmeye coğrafi keşifler ve ticaretin gelişmesi sayesinde zenginleşen tüccarların kiliseye karşı kralların yanında yer alması ve kilisenin katı öğretisinden bağımsız, özgür düşüncenin savunulduğu Rönesans Dönemi olan 15. ve 16. yüzyılda başlayan dinsel reform hareketinin gerçekleşmesi ile başlar.
Avrupa'da rönesans (aydınlama-yeniden doğuş) ile birlikte bir başka ilginç gelişme ise, Rönesans düşüncesinin doğmasına katkıda bulunan en önemli olaylardan olan İtalyan şair ve düşünür Francesco Petrarca öncülüğünde gelişen Hümanizm Akımı olmuştur. Osmanlıların İstanbul'u alması (1453) üzerine Avrupa'ya kaçan bilginler, Eski Yunanca ve Latince önemli kitapları ve el yazmalarını da birlikte götürmüşler, bu eserler edebiyat, yazılı kaynak kültürüne olan ilgiyi de arttırmıştır.
Elbette ki bu gelişmeler Avrupa'da da 15. ve 16. yüzyılda pek kolay olmamıştır; bir çok düşünür ve sanatçı önceki kültürleri olan Yunan ve Roma uygarlıklarına duydukları hayranlık ile Hristiyanlıktan uzaklaşmışlar; hatta çağının en güçlü, açık fikirli düşünürlerinden olan Hollandalı düşünür Desiderus Erasmus bile dinsel inançları güçlü olmasına karşın; "Deliliğe Övgü" adlı yapıtında, Din Adamlarının dar görüşlülüğünü alaya alarak insanların olaylara eleştirel gözle bakmalarını sağlamıştır.
Günümüz çağdaşlığının öncüsü sayılan Avrupa'da bunlar yaşanırken, genç Türkiye Cumhuriyetin yurttaşlarına sunacağı pek fazla yazılı, basılı kaynağı da yoktur.
Bu yüzden çağdaş dünya ile bir çok alanda yarışabilmek, çağdaşlaşmak için her alanda kollar sıvanmış ve edebiyat dünyasının klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi yolunda bir proje de hazırlanmıştır.
Cumhuriyet projesinde görev alan çevirmen ve gazeteci Erol Güney'in baldızı olan Bella, o yıllarda İstanbul Kız Lisesi'nde öğrencidir. Bella Ablası ve Eniştesinin yanına Ankara'ya gittiği bir gün, Sabahattin Eyüboğlu, kardeşi Mualla Eyüboğlu'ndan Bella'yı, Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ne götürmesini ister.
Ankara'nın kırsalı sayılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nün ortamına ve eğitimine hayran kalan Bella, dönüşte Sabahattin Eyüboğlu'na, "Sabahattin Bey beni oraya hoca yapar mısınız para da istemem, üç dili de öğreteceğim" der.
O yıllar yetişmiş öğretmen sıkıntısı yaşayan ülkede, Sabahattin Eyüboğlu Bella'yı İsmail Hakkı Tonguç ile görüştürür; ancak bir sonun vardır, Bella Yahudi bir ailenin kızıdır, ikileme düşen Tonguç, durumu İsmet Paşa'ya iletir ve İsmet Paşa "olur" deyince de, henüz liseyi bitirmeyen Bella'nın Köy Enstitüsünde öğretmen olması mümkün olmadığından, eğitmen kadrosu ile değil de, boş olan kütüphaneci kadrosunda Hasanoğlan'da göreve başlar. İngilizce, Almanca ve Fransızca dil eğitmenliğinin yanında, jimnastik derslerine de girer.
Yıl 1946'dır, Ankara'da Sabahattin Eyüboğlu'nun evi o yıllar İstanbul ve yurdun dört bir yanından gelen aydın, yazar ve ozanların görüşme, sohbet yeridir.
Böyle bir gün, Orhan Vel'nin de olduğu misafirler salonda oturup sohbet ederken, küçük odada genç bir kız sedire uzanmış, uymaktadır. Bunu gören ve duygusallığı ile bilenen Orhan Veli de, elindeki kâğıda bir şeyler karalar ve sedirde uzanan genç kızın yanına gidip yazdığı kağıdı uzatır:
Bak, senin için bir şiir yazdım!..
"Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;/ Entarisi sıyrılmış, hafiften;/ Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;/ Bir eliyle de göğsünü tutmuş./ İçinde kötülüğü yok, biliyorum;/ Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!/ Böyle de yatılmaz ki"!...
15. yüzyılın ortalarında en güçlü dönemini yaşayan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu bu zamana kadar en güçlü dönemini yaşarken, toplum kesimleri arasında 16. yüzyıldan itibaren başlayan dinsel uyuşmazlıklar yüzünden konumu sarsıldı; sonucunda da Avrupa'da siyasal güç, kiliseden kralların eline geçti ve Fransa, İngiltere gibi ülkelerde halk giderek Hristiyanlık'tan çok ülkesine bağlılığı önemsemeye başladılar.
"Endüstri 1.0" olarak başlayan Sanayi Devrimi, 1760'lı yıllarda kendi sanayi ve ticaret burjuvazini yaratır ve 1789'da da, Fransa'da yoksul köylüler ile birlikte Fransız Devrimini gerçekleştiriler.
Süreçi yöneten Burjuvazi kiliseyi, sarayı ve soyluları devlet yönetiminden uzak tutarken, ULUS DEVLETLERİN oluşmasına sebep olmuşlardır.
Milyar yaşındaki dünya, kabaca son 100 yıldır hiç olmadığı kadar çok ve hızlı tahrip edildi; birinci ve ikinci Dünya /Paylaşım Savaşları yeni dünyaların kurulmasına sebep oldu.
20'inci yüzyılın sonlarında üretim ekonomisinin ana üssü olan Batı ekonomileri varlık sebeplerini unutarak spekülasyonlar ve manipülasyonlar küreselleşme, globalizm gibi söylemler ile tüm dünyayı etkilemiş ve "serbest ahlaksızlık" şeklinde piyasaları teslim almışlardır. Ulusal ekonomiler ise, bu sürece her aşamada olduğu gibi ekonomik olarak da teslim olmuşlar, yaratılan krizler, devletlerin para basarak açıkları kapatmak için çabalasalar da, günümüz dünyasında toplumsal kargaşalar yaşanmaya da devam etmektedir.
Kapitalizm, üretim araçlarının mülkiyetine sahip ve kâr amacıyla işletilmesine dayanan ekonomik, siyasal sistemdir.
Üzgünüm ki, 21. yüzyıl ile birlikte Kapitalist sistem de üretim araçlarında yaşamak zorunda olduğu sistem değişikliği ve pazarlamadaki emperyalist süreç ile yeni bir bunalımın içine girmiştir; maalesef, küresel sermayeyi kontrol eden bir avuç küresel elitin servet düşkünlüğü, bütün dünyayı küresel bir sefalete sürüklemektdir.
Kendi kendine yapılan işbirlikçi darbeler, göz kırpmadan yapılan suikastler, bir süreliğine çözüm olsa da sistem kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Bu süreçte dünyanın yaşadığı krizler, göreceli de olsa Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri, toplumları etkilemekte, huzursuzluk ve güvensizlik sarmalında gelecek kaygıları yaygınlaşmaktadır.
Dünyada bu kadar yaşanmışlık ve deneyim varken, dönüp dönüp aynı süreçleri yaşamanın anlamını anlamak çok zor.
Biliyorum "bunları yapanların içlerinde bir kötülük yok ama olmaz ki, toplumun, milletin kaybolan umutları ile toplumlar, ülkeler ve milletler birer birer kaybolmaktadırlar.
Huuuuu, gören, duyan var mı?