İbradı mezarlıkları, Osmanlı döneminden günümüze gelebilmiş, ilçenin tarihine ve kültürüne tanıklık eden, eski yaşantıdan kanıtlar taşıyan, Antalya yöresindeki önemli tarihsel alanlarından biri. Buradaki taşların onuna ‘ebcet’le tarih düşürülmüş. Bu yazıda diğerlerine göre daha sanatlı ve içerikli bulduğumuz İbradı mezarlıklarındaki tarih düşürülmüş taşların çözümlemesini yapıyoruz.
Değişik zamanlarda, İbradı Merkez ‘Kadılar Mezarlığı’nı ve Ormana’daki mezarlıkları tarayarak, 1754 yılından 1926 Harf Devrimi’ne kadar, hatta birkaçı da sonraki yıllara ait olmak üzere, 76 Arap abecesiyle Türkçe (Osmanlıca) yazıtlı mezar taşı tespit ettik. Mezarlıklardaki taşları kendi içlerinde tarih sırasına koyduk. Bütün yazıtlı taşlara 1’den 176’ya kadar genel numara verdik. Yazının ara başlıklardaki ikinci sayılar, geneldeki sırayı gösterir. İncelediğimiz tarih düşürülmüş taşların tarih dizelerini belli olsun diye koyu yazdık. Nûrî, Kerîmî, Vehbî, Zârî, Hevâyî, Kemâhî ve ‘Hatîf’ tarih düşüren şairler. Bu adlardan yürüyerek şiirlerin İstanbul’da yazıldığını söyleyebiliyoruz. Üçünün şairi ise belirsiz, adını vermemiş. Şair diyorsak da kaynaklarda hiçbirinin adına rastlayamadık. Eski kültürde, bu konuda biraz medrese eğitimi almış, bu sanata ilgisi ve yeteneği olan biri tarih düşürebilirdi. Bunun için ille tanınmış bir şair olmak gerekmiyordu. İstemi olan ölü yakını, tarih düşürecek kişiye, giden hakkında kısaca bilgi verir, isteğini anlatırdı. İş bitiminde şaire bir ‘ağırlık’ verilmesi olasıydı. Marifetin iltifata bağlı olduğunu eskiler bilirdi. Bir kâğıda yazılan şiiri alan kişi, doğruca ‘kakmacıya (hakkak) gider, şiiri taşa işletirdi.
Taşların fotoğraflarının [1] altında Arap abecesiyle yazımını, basit yazı çevrimini ve günümüz Türkçesine aktarımını yapıp yorumladık. Aruzla ölçüsünü bulduk. Edebi sanatları gösterdik. Yazının sonuna metinlerde geçen sözcük ve tamlamaların anlamını içeren bir sözlük ekledik.
1/39. İbradı Kadılar Mezarlığı’nda Kimliği Belirsiz
[1] 40 ve 81 Numaralı fotoğraflar Mustafa Kopara’a ait, kendisine teşekkür ediyorum.
Hüve’l-hallâk
(…)
Zemîn-i âsümân ağlar ėdüp ah ile [efgân]
(…)
Dėdi târîhini Nûrî nice bir hoş [kelâm]
Vėre bâkîlere hasretüƞ menâb rabbi yezdân
Fî 15 M [Muharrem] Sene 1268
[10 Kasım 1851]
Ölçüsü: Me fâ ‘i lün/fe ‘i lâ tün/me fâ ‘i lün/fe ‘i lün
(. - . -/. . - -/. - . -/. . -)
Nice bir hoş [kelâm]. Burası tarih tümcesi. Ebcette harflerin sayısal değerleri 1267. Gelgelelim bize 1268 gerekiyor. Tarih düşüren Nûrî, nice bir diye soruyor. İpucu veriyor. Biz de bir neci? diyoruz. ‘Bir’in sonuç için gerekli olduğunu anlıyoruz. 1267’ye ekliyor, gidiş tarihi olan 1268’e ulaşıyoruz. Köşeli ayraç içinde gösterdiğimiz ‘kelâm’ı nasıl bulduğumuza gelince… Taşta görünmüyor. Olduğu yer kırılmış. Elimizde Nice bir hoş var. Değeri 1176. Sonuca ulaşmak için bize 91 gerekiyor. Öyle bir sözcük bulmalıyız; ölçü için iki heceli olmalı, Nice bir hoş ile anlamsal uyum göstermeli, harflerinin sayısal değeri 91 olmalı. Bu özellikler ‘kelâm’da var. Aradığımız ‘kelâm’.
Taş yerinde değil. Üzerinde is izleri var. Ateşten etkilendiği belli. Mezarlıkta çıkan bir yangının ya da yakılan bir ateşin etkisiyle kenarları çatlayıp dağıldığı, yazılar bozulduğu için bütünü okunamayan dizeleri atladık.
2/40. Haşim-zade Ali Efendi Eşi, Mustafa Efendi Kızı Şerife Ayşe Hanım
Hüve’l-bâkî
Eşref-i kuzzâtdan eyvâh Hâşim-zâde kim
Zevce-i el-Hâcc ᶜAlî Efendi merd-i be-nâm
Nûş ėdüp câm-ı ecel ᶜukbâya rıhlet eyledi
Ol Şerîfe ᶜÂᵓîşe Hanım olup ᶜömri tamâm
Bulunup gurbetde oğlu kızı hasret gitdi ah
Rûh-ı pâkin rahmete gark eyleye rabbü’l-enâm
Mustafâ Efendiniƞ ol duhter-i pâkizesi
Gevher-i ᶜismetdi olsun meskeni dârü’s-selâm
Yazdı târîhin Kerîmî katre-i rahmet ile
ᶜÂᵓîşe Hanıma oldı kasr-ı ᶜukbâda makâm
Fâtiha fî Gurre-i M [Muharrem] Sene 1272
[13 Eylül 1855]
ᶜÂᵓîşe Hanıma oldı kasr-ı ᶜukbâda makâm. Bu dizedeki noktalı harflerle Kerîmî, tarih düşürmüş, buradaki noktalı harflerin sayısal değerini toplayıp 1272’yi buluyoruz, ‘gevher-i ᶜismet’ ve ‘katre-i rahmet’ tamlamalarını buna işaret sayabiliriz. ‘Gevher’ (elmas, inci) ve ‘katre’ (damla) noktalı harflerin noktalarını imliyor. Şiir gazel biçimiyle yazılmış, beş beyitten oluşuyor. İlk beytin dizeleri kendi arasında; sonraki beyitlerin ikinci dizesi ilk beyitle uyaklı.
Ölçüsü: Fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lün (- . - -/- . - -/- . - -/- .-)
Gevher-i ismet: Arı elmas. Burada şair, Ayşe Hanım’ı arı elmasa benzeterek eğretileme/ödünçleme (açık istiare) sanatı yapıyor.
Şiirin günümüz söyleyişine aktarımı:
Saygın kadılardan ünlü Haşim-zade
Hacı Ali Efendi’nin eşi,
Ölüm tasından içip öbür dünyaya gitti,
Şerife Ayşe Hanım’ın ömrü bitti,
Oğlu kızı gurbetteydi, yazık onlara hasret gitti,
Temiz ruhunu bağışa gark eyleye yaratılmışların Tanrısı,
O, Mustafa Efendi’nin temiz kızı,
Katıksız bir cevherdi, yeri cennet olsun,
Yazdı tarihini Kerîmî, rahmet damlalarıyla,
Ayşe Hanım’a öbür dünyada cennet köşkü makam oldu.
3/60. Cinci Başı-zade Şeyh Muhammet
Hüve’l-ᶜazîz
Ser-ikrâr idi kuzâta bu zât muᶜaddelet-penâh
Perîşân ėtdi âhir bâd susar berg-i ᶜömrinv âh
Kemâlât ü serdde ol vahîdü’d-dehr idi el-hakk
Ne çâre irciᶜî emriyle ᶜadni eyledi mesvâh
Olup rûh-ı şerîfi sâgar-i kevser ile ihyâ
ᶜArûs-ı hûrîyân ile ėde meᵓvâyı meşk-gâh
Zebân-ı hâme-i Vehbî okur züvvâre târîhin
Cihândan geçdi yâ hû Şeyh Muhammed hû dėyüp nâgâh
Cinci Başı-zâdeniƞ rûhına fâtiha
Sene 1284 [1867-68]
Tarihi Vehbi düşürmüş. Cihândan geçdi yâ hû Şeyh Muhammed hû dėyüp nâgâh, diyor. Burası tarih dizesi, sayısal değeri 1284. Şiir gazel biçimiyle yazılmış. Dört beyitten oluşuyor.
Ölçüsü: Me fâ ‘î lün/me fâ ‘î lün/me fâ ‘î lün/me fâ ‘î lün (. - - -/. - - -/. - - -/. - - -)
Başlık örfi sarık. Genelde bu sarığı takanların; medrese hocaları, orta ve küçük dereceli kadılar, vakıflarda çalışanlar, derviş ve şeyhler olduğunu biliyoruz. ‘Cincibaşı’ sıfatı üzerinde durmak gerekiyor. Gözle görünmeyen ‘cin’, ‘peri’ gibi var olduklarına inanılan soyut varlıklarla uğraşan ve bu uğurda çıkar sağlayan kimselere eskiden halk kültüründe ‘cinci’ denirdi. ‘Cinci’lerin tarihte kimi padişahları dahi etkiledikleri bilinir. Safranbolu’daki Cinci Hanı’nı yaptıran, yetersiz bilgisine karşın insanları etkileme gücüyle Anadolu Kazaskerliğini kadar yükselen, padişah değişince 1648’de öldürülen Hüseyin Efendi buna örnektir. Buradan yola çıkarak Şeyh Muhammet’in ‘cinci’ olduğunu söyleyemeyiz. Bu ona yakıştırılmış bir sıfat olabilir. Şiire göre kararlarıyla örnek, adaletin sığınağı, güzel konuşan, saygın bir kadıdır.
Günümüz söyleyişine aktarımı:
Tanrı uludur
Kadıların kararında kılavuzdu adaletin sığınağı olan bu kişi
Dağıttı son rüzgâr, susar ömrün yaprağı vah
Olgunluk ve düzgün konuşmada devrinde tekti, gerçektir
Ne çare, ‘dön!’ buyruğu ile cenneti yurt eyledi
Kevser şarabı dolu kadehle soylu ruhu canlanacak
Hurilerle eğlenerek cenneti meşk yeri yapacak
Vehbi’nin kaleminin dili okur gelenlere tarihini
Cihandan geçti ey Tanrı’m, Şeyh Muhammet hu deyip ansızın
4/63. Mustafa Şükrü Efendi
Hüve’l-bâkî
Lâne-i tenden ėdince mürg-i rûh-ı per-küşâd
Dâne-i nârımın kim maᶜdûma îfâ eyledi
Ben değil kırklar dėdi Zârî bu mübrem târîhin
Mustafâ Şükrî Efendi ᶜazm-i ᶜukbâ eyledi
Hocası-zâde
Fî sene 1289
[1872-73]
Ölçüsü: Fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lün (- . - -/- . - -/- . - -/- .-)
Zârî, Mustafâ Şükrî Efendi ᶜazm-i ᶜukbâ eyledi, dizesişle tarih düşürmüş. Bu dizenin ebcetteki sayısal değeri 1249, bir önceki dizede ‘kırklar’ diyordu, kırk eklememizi imliyordu, kırk ekleyip ölüm yılı 1289’u buluyoruz. Zârî sözcüğünün iki anlamda (tevriyeli), hem mahlas olarak hem de ‘ağlamaklı’ anlamıyla kullanıldığını söyleyebiliriz.
Mustafa Şükrü Efendi’nin başlığı da medrese hocalarının, orta ve küçük dereceli kadıların, vakıf çalışanlarının, derviş ve şeyhlerin takındığı örfî sarık.
Lâne-i tenden ėdince mürg-i rûh-ı per-küşâd/Dâne-i nârımın kim maᶜdûma îfâ eyledi.
Lâne-i ten: Beden yuvası. Şiire göre bedene ruh yuva yapıyor.
Dâne-i nâr: Nar tanesi. Dirilik. Nar tanesi, ruhu (ruh kuşunu) besleyen yaşamı simgeliyor.
Nar tanesiyle (dirilikle) bedene yuva yapan ruh kuşu besleniyor. Ruh kuşu, kanat açıp bedendeki yuvasından uçunca onu besleyen, ona gıda olan, diriliği sağlayan nar taneleri (yaşam enerjisi) de yok oluyor. Ölüm geliyor. Mitolojide nar; zenginliğin, ruhun ölmezliğinin, doğanın verimliliğinin, bolluğun simgesi olarak kabul ediliyor. Ayrıca evlilik bağını, yaşamı ve yeniden doğuşu simgelemek için de kullanılmıştır nar. Türk mitolojisinde, ölenlerin kuş donuna girerek uçup gittiği düşünülür, ‘Uçmak’a doğru. Bu dizede bu inanışın yansımasını görüyoruz.
‘Kırklar’: Türk halk inancında kırk ermiş kişi. Bilinmeyen bir yerlerde yaşayan bu kırk kutlu kişinin dünyanın düzeninden sorumlu olduğu inancı vardır. Üstlerinde Yediler, onların da üstlerinde Üçler, onların da üstünde Hz. Ali bulunuyormuş. Halk öykülerinde, masallarda kırk sayısı sıkça geçer. Masal kahramanları mürüvvetlerine erince, kırk gün kırk gece düğün yapılır. Tekkelerde kırk gün çileye durulup erbain (kırk) çıkarılır. Yeni doğan çocuklar kırklanır. Ölenin kırkı çıkıncaya değin yas tutulur. Ben değil kırklar dėdi Zârî bu mübrem târîhin dizesinde kırklar inancına gönderme (telmih) yapılıyor.
5/64. Fatma Zehra Hanım
Ah mine’l-mevt
İrcaᶜî emrini semâᶜ eyleyüp
Rûhı ol dem terk ėtdi koşuben
Girye ile Hevâyî dėdi târîhini
Fâtıma Zehrâ Hanım göcdi bu fenâdan
Lillâhi’l-fâtiha
Fî Sene 1289
[1872-73]
İrcaᶜî emrini semâᶜ eyleyüp/Rûhı ol dem terk ėtdi koşuben: Dön buyruğunu duyunca ruhu, o an bu dünyadan ayrılıp koşarak gitti Tanrı katına. Eski Anadolu Türkçesinde -uben belirteç eylem eki, günümüzde yerine, -arak, -erek işletimde. Gitme eyleminin nasıl yapıldığını belirtiyor.
İrcaᶜî: ‘Dön!’, Kur’ân, Fecr suresi 28. ayetin başı.
Fenâ: Yok olma, yokluk, geçip gitme, dünya yaşama, ‘bekâ’nın tersi. Tasavvufta maddi varlıklardan sıyrılıp hakka ulaşma. ‘Bu fenâdan’ denilerek dünya yaşamı kastediliyor.
Lillâhi’l-fâtiha: Allah için fatiha. Mezar taşlarında ve yakarışlarda rastladığımız bir başka kalıp tamlama. Böyle denilerek gelenlerden, yatan kişi için fatiha suresi okunması isteniyor. Bilindiği gibi Fatiha Kur’an’ın ilk suresi, açış demek.
Fâtıma Zehrâ Hanım göcdi bu fenadan. Burası tarih dizesi, sayısal değeri 1284, 1289’u bulmak için 5 gerekiyor. Hevâyî, tarihini gizlemiş. Meraklısını uğraştırıyor. Girye ile Hevâyî dėdi târîhini. Tarihi ‘girye’ ile düşürmüştü. Ölene ağlayarak, göz yaşı dökerek tarih düşürmüş şair. ‘Girye’: Gözyaşı. Gözyaşı damlasının biçimi, eski sayıda beşe benzer, o halde gözyaşını, yani beşi de ekleyip 1289’u buluyoruz.
Hurma dalları, yaprakları, meyveleri de eski mezarlıklarda sıkça rastladığımız yanışlardan (motif). Hurma bilindiği üzere Arap çöllerini, Hicaz yönünü, Kâbe çevresini çağrıştırdığı için cenneti simgeler. Bu yanış taşa işlenerek cennete gitmesi umuluyor yatan kişinin. Hurmanın yanında balık da işlenmiş bu taşa. Balık Türk mitolojisinde, genel mitolojide olduğu gibi insanın yaratılışının, yeniden doğuşun, üremenin, bolluk ve bereketin simgesi olması yönüyle burada yeniden doğuşu, öbür dünyada dirilişi imliyor diyebiliriz.
6-78. Raşit Efendi-zade İzzet Efendi
Ah mine’l-mevt
Râşid Efendi-zâde ᶜİzzet Efendi âhir
ᶜUkbâya gitdi tutdı şehrâh-ı kıble-gâhı
Seksen yılı tecâvüz ėtmişdi ᶜömri lil-birr
ᶜİnd-i hüdâda mağfûr olmuş idi günâhı
Îmânından musallî hoş haslet ü keremdir
Bâb-ı ᶜitâ vü lutf fakr ehliniƞ penâhı
Lütf ile eyle zâta bir fâtiha hediyye
Makbûl-i dereke-hakk olsun duᶜâƞ Kemâhî
Fahr-i resîl şefîᶜî gufrân-ı hakk vėrdirsin
Olsun riyâz-ı rıdvân ᶜukbâda cümle-gâhı
Bir çıkdı zâtı gibi târîh-i fevti ᶜafv et
ᶜİzzet Efendi gitdi ᶜukbâya yâ ilâhî
Sene 1310 [1892-93]
Ölçüsü: Mef ‘û lü/fâ ‘i lâ tün/mef ‘û lü/fâ ‘i lâ tün (- - ./- . - -/- - ./- . - -)
ᶜUkbâya gitdi tutdı şehrâh-ı kıble-gâhı: Öbür dünyaya gitti, Kâbe yönünü tuttu diyor. İslam mitolojisinde, göğün yedince katında, tam Kâbe’nin üstünde yer alan Firdevs cennetinde, Beytü’l-Ma’mûr adında bir köşk olduğu düşünülür. ‘Bir’ çıkdı zâtı gibi târîh-i fevti ᶜafv et.’ ‘Bir’ tevriyeli, hem sayı hem denksiz, tek anlamında… Şair Kemâhî övünüyor, ‘Kendisi gibi, düşürdüğüm tarih de denksiz’ diyor. Son dize ebcette 1311, önceki dizede ‘bir çıktı’ diyordu, bir çıkınca, yani İzzet Efendi kendi gidince, tarih dizesinin sayısal değerinden biri çıkarıyor, ölüm tarihini buluyoruz: 1310. Çünkü o gitmiş, kendisi yok. Başlık 2. Abdülhamid dönemine uygun olarak Hamîdî fes biçiminde yapılmış.
Günümüz söyleyişine aktarımı:
Raşit Efendi-zade İzzet Efendi sonunda
Kâbe yönünü tuttu, öbür dünyaya gitti,
Yaşı sekseni geçmişti güzellikle, hayırla.
Tanrı yanında bağışlanmıştı günahı
İnançlı, namazında niyazında, güzel huylu, iyiliksever
İyilik ve verme kapısı, yoksulun sığınağı.
Tanrı katında kabul olsun duan Kemâhî
Peygamberlerin övüncü, aracı olup Tanrı’ya bağış verdirsin.
Öbür dünyada yeri sürekli cennet bahçeleri olsun.
‘Bir’ çıktı kendi gibi ‘ölüm tarihi’ de affet
İzzet Efendi gitti öbür dünyaya ey Tanrı’m.
7-81. Kadı Paşa Kızı, Necip Efendi Eşi Zübeyde Hanım
Ah mine’l-mevt
Eylesün rahmet Zübeyde Hanıma
Hazret-i mevlâ bi-nûr-ı Mustafâ
Gevherîn târîh ile Hâtif dėdi
Ravza-ı cennet mekân oldı aƞa
Kâdî Paşa kerîmesi Necîb Efendi haremi
Hanım-ı mûmâ ileyhümâ rûhına el-fâtiha
Sene 1313
[1895-96]
Gevherîn târîh: Ebcet hesabında noktalı harflerle düşürülen tarih. Böyle diyorsa da ‘gevherîn târîh’ değil, dizenin bütün harflerinin toplamıyla tam târîh düşürülmüş.
Hâtif: Bilinmezden haber veren melek. Tarih düşüren şair kendi adı yerine kullanıyor. Eski edebiyat tarih sanatında Hatif sıkça geçer. Şair kendi adını vermezse Hatif der, bilinmezden haber verin melekten duydum demek istiyor.
Ravza-ı cennet mekân oldı aƞa. Burası tarih dizesi. Sayısal değeri: 1313.
Başlık dışındaki ilk dört dizenin ölçüsü: Fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lün (- . - -/- . - -/- .-)
Kadın mezarlarında en çok gül, karanfil, lale ve sümbül görülür. Kadın bir çiçektir. Bu çiçekler kadını simgeler. Taşa işlenmiş çiçeklerin cennet bahçelerinden bir yere işaret ettiği düşünülür.
Zübeyde Hanım, Kadı Abdurrahman Paşa’nın kızı. Babasından sonra 87 yıl yaşmış. Bu durumda babasının idamında ya bebek ya da ana karnında kalmış denebilir.
Kadı Abdurrahman Paşa’nın oğlu Müderris Seyit Mehmet Bey, siyasete karışmadığı halde, hakkında ölüm fermanı yokken, babasından sonra o da idam edilmiş. 12 Kasım 1808.
Kadı Abdurrahman Paşa’nın diğer oğlu Abdullah Paşa. Kapıcıbaşı ünvanlı, Rumeli beylerbeyi payeli, Alaiye (Alanya) sancak beyi, babası Abdurrahmân Paşa isyanları bastırmakla Rumeli’de görevliyken, babasının yerine Konya mütesellimi. Babasından sonra yerel rekabetten doğan düşmanlık duygusuyla kardeşiyle birlikte o da idam edilmiş. 12 Kasım 1808.
İbradılı Kadı Abdurrahman Paşa’nın bulunduğu görevler; İbradı âyânı, Kayseri kadısı, Bozkır madeni emini, Alanya mutasarrıfı, Nizam-ı Cedit askeri teşkilâtını bölgede kurmakla görevli Rumeli Beylerbeyi payeli Karaman (Konya) valisi, Nizam-ı Cedit ordusu başkomutanı, Anadolu valisi (Anadolu vilayeti: 19. Yüzyılın başında Muğla, Afyon, Ankara, Kastamonu içinde olmak üzere bu çizginin denizlere kadar olan batı kısmını içine alan bölge, merkezi Kütahya). Padişahın yetkilerini az da olsa ilk kez sınırlayan ‘Sened-i İttifak’a imza atan devrin ileri gelenlerinden. 2. Mahmut’un saltanatının ilk yıllarında, yeniçeri isyanından sonra isyancıların ısrarıyla hakkında ölüm fermanı çıkarıldı. İstanbul’dan kaçıp İbradı dağlarına sığındı. Yörenin egemenlerinden Manavgatlı Tugayoğulları ve Antalyalı Tekelioğulları ile arasındaki husumetin de etkisiyle tutunamadı, yakalanıp ölüm emri memleketi İbradı’da yerine getirildi. 10 Kasım 1808. Kesik başı İstanbul’a gönderildi. Topkapı Sarayı’nın ikinci kapısı yanında bulunan, idam edilen devlet adamlarının başlarının halka gösterildiği ‘ibret taşı’nda sergilendi [Uzunçarşılı, İ. H. s. 446].
8-91. Haşim Efendi-zade Rüşdü Efendi
Hüve’l-bâkî
İçmeyen dest-i ecelden şerbeti
Hâtıra asla getirmez rıhleti
Nefsini ölmezden evvel öldiren
Nûş ėder sahbâ-yı bezm-i vahdeti
Bitmeden sermâye-i ᶜömr-i ᶜazîz
Gel harîrdâr ol metâᶜ-ı tâᶜatı
Seviyy-i hakka gitdi bu târîhte
Kıldı yol Rüşdî Efendi cenneti
İbradı kasabası eşrâfından Hâşim
Efendi-zâde Rüşdî Efendi rûhına fâtiha
Sene 1322
[1904-1905]
Ölçüsü: Fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lün (- . - -/- . - -/- .-)
Başlıktaki örfi sarıktan Haşim Efendi-zade Rüşdü Efendi’nin de okumuş yazmış, kasabanın ileri gelenlerinden biri olduğunu anlıyoruz. Bunu açıkça yazıyor zaten, İbradı kasabası eşrâfından diyor. Eski kültürde halk, avam (sıradanlar) ve has (seçkinler) diye ikiye ayrılırdı. Avamın adı yoktu. Bu anlayışın yansıması olarak eski mezar kültüründe yazıtlı taşlar sıradan halk için değildi, seçkinler içindi. Burası seçkinlerin yerlendiği dolayısıyla yazılı taşların çok olduğu ayrıcalıklı bir mezarlık. Köylerde yazıtlı taşa rastlamamız sıra dışı bir durumdur. Köylerde sıradan halk yaşardı. Sıradan halkın mezarı ise iki taş arasında yazısız bir tümsecikti. Onlar da birkaç kuşak geçince, kimin olduğu unutulur, zamanla kaybolur giderdi. Doğal akış buydu. Yoksa yeryüzü bütün mezarlık olurdu.
Kıldı yol Rüşdî Efendi cenneti. Tarih dizesi burası, sayısal değeri: 1322.
9-104. İbradı Merkez Kadılar Mezarlığı’nın Akseki Yönünden Girişi Yolun Solundaki Küçük Bölümde Keşmir-zade Seyit Ali Azmi Efendi Oğlu Seyit Abdurrahman Nafiz
ᶜAdem iklîminden gelüp fenâ bezminde bir mürüvvet görmedim
Gark olup göllere ecel câmını nûş eyledim ah mihnetâ vâh mihnetâ
Hayf tokuz yaşında mürg-i cânım per ü bâl ârzûlayup behişte
Emr-i rabbânî ile elvedâ cümleƞiz hoşça kalıƞ gider oldum ah firkatâ vâh firkatâ
Anam atam hısım kavim karındaşlar helal ėdüƞ hukukuƞuz
Yâ Muhammed tut elim ilet hazrete babam görmeden geldim ah hasretâ vâh hasretâ
Keşmir-zâde[1] es-Seyyid ᶜAlî ᶜAzmî Efendiniƞ mahdûmu es-Seyyid ᶜAbdurrahman Nâfize
Dîde-i eşkin niçün aydup dėr mi târîhin bâğ-ı gül-zâr ah zahmetâ vâh zahmetâ
[Hicri: 1261/Miladi: 1845]
Şair, Bâğ-ı gül-zâr (gül bahçesinin gülü), tamlamasıyla tarih düşürmüş. Buranın ebcette sayısal değeri 1261. Genelde tarih sayı ile de yazılır. Burada yazılmamış. Dokuz yaşında göçtüğüne göre doğumu 1252 olmalı.
Şair, son dizede, yaşlı gözler niçin, konuşup der mi tarihin? diye kendine soruyor. Yanıtlayıp tarihi söylüyor: Bâğ-ı gül-zâr. Ah zahmet vah zahmet diye, 9 yaşında ölen çocuğa acıyor. Bâğ-ı gül-zâr tamlamasıyla ayrıca Seyit Abdurrahman Nafiz’i küçük olması yönüyle gül bahçesinin bağına benzeterek eğretileme (ödünçleme/açık istiare) yapıyor.
Yokluk ülkesinden geldim, geçici eğlence derneği olan dünyada bir iyilik görmedim. Erken yaşta gark olup göllere ecel tasından içtim. Ah dertlerim vah dertlerim. Tanrısal buyruk gelince, dokuz yaşında cenneti isteyip can kuşum kanatlandı. Hepiniz hoşça kalın. Gidiyorum, ah ayrılık vah ayrılık. Anam, atam, hısımlarım, kavim kardeşler, hakkınızı helal edin. Ey Muhammet elimden tut, Tanrı katına götür. Babamı göremeden geldim, ah özleyiş vah özleyiş…
10-154. Ormana’dan Ürünlü’ye (Unulla/Avnullah) Giderken Sağda Dedelik[
2] Mezarlığı’nda
Ali Zelilî Türbesi’nden Seyir Tepesi’ne (Onas) Giderken Yolun Solunda
Bedel-zâde Muhammet Efendi
[1] Osmanlı Devleti'nin son döneminde valilik ve bakanlık (nazır) yapmış bir devlet adamı olan Cemal Keşmir'in oğlu Eski Maliye Bakanlarından Halit Nazmi Keşmir (İbradı 1897-Ankara 1948) bu aileden. Halit Nazmi Keşmir, ünlü gurme Vedat Milor'un dedesi. Yeni harfli bazı taşlarda ailenin soyadı ‘Kişmir’ diye geçiyor.
[2] Mezarlığın adı burada bulunan yatır ‘Gaybi Dede’den geliyor.
Hüve’l-hallâkü’l-bâkî
Külli şeyᵓin hâlıkı sensin eyâ rabbü’l-rahîm
Rahmetî bahriƞden aslâ kesmedim zerre ümîd
Gerçi ᶜisyânım da çok lütfuƞ da çok yâ rabbenâ
Bâr-gâh-ı rahmetiƞden eyleme beni baᶜîd
Ol şefâᶜat-kân Ahmed Mustafânıƞ ᶜaşkına
ᶜAfv ėdüp ᶜisyânımı hem tâliᶜim kıl sen saᶜîd
Yâ resûlu’llâh baƞa senden meded işfaᶜ lenâ
Çünki senden başka yokdur zâtına hîç müstenid
Her gören rahmetle yâd ėtsün dėdim târîh-i tâm
Rahmetu’llâhi ᶜaleynâ ve ᶜaleyküm bi’s-saᶜîd
Bedel-zâde Muhammed Efendiniƞ rûhiyçün fâtiha
Fî sene R [Receb] 1289
[Eylül-Ekim 1872]
Ölçüsü: Fâ ‘i lâ tün/fâ ‘i lâ tün/fâ ‘ilâ tün/fâ ‘i lün (- . - -/- . - -/-. - -/- .-)
Bedel: 1. Tutma, belirli bir süre için belirli bir gelir (ayni ve nakdi olabilir) karşılığı bir evde çalışan. Bu genellikle, çift sürme, mal gütme, su getirme gibi bir evin dışarı işleri olur. 2. Askerlikten muaf olmak için ödenen para.
Rahmetu’llâhi ᶜaleynâ ve ᶜaleyküm bi’s-saᶜîd: Tanrı’nın bağışı üstünüze ve üstümüze olsun öbür dünyasını hazırlamış kişi. Koyu harflerle yazdığımız bu dize tarih dizesi, üstteki dizede tam tarih düşürdüğünü söylemişti şair. Bu dizenin ebcette sayısal değeri 1289.
SÖZLÜK[1]
Adem iklimi: Yokluk ülkesi, tasavvufta kişi yokluktan gelip yokluğu gider, var olma, iki yokluk arasında bir olgudur.
Adn: Cennet katlarından biri.
Ah mine’l-mevt: Ah ölüm. Ölümden yakınma çığırışı olarak bu tamlama kalıbına da eski mezar taşlarında sıkça rastlarız.
Arûs-ı hûrîyân: Cennet kızlarıyla eğlenip düğün etme.
Azm-i ‘ukbâ: Ölüm, öteki dünyaya gidiş.
Ba’îd: Uzak.
Bâr-gâh-ı rahmet: Esirgenmenin bulunduğu yer, Tanrı katı.
Bezm: Meclis, dernek, eğlence meclisi.
Dârü’s-selâm: 1. Esenlik evi. 2. Cennet katlarından biri.
Eşrâf-ı kuzât: İleri gelen kadılar.
Fenâ bezmi: Geçici dünya.
Fenâ: Yokluk, yok olma, geçici, dünya yaşamı.
Gevher: Elmas, inci tanesi.
Gevher-i ‘ismet: Temiz elmas, arı elmas, günahsız kadın.
Harîrdâr: İpekçi. İpek gibi değerli ibadet ürünü topla diyor şair.
Hazret: Huzur, yan, kat, ön, saygı ifadesi.
Hû: 1. O, 2. Allah.
Hüve’l-hallâku’l-bâkî: Kalan yaratıcı Tanrı.
İklîm: Ülke, memleket.
İrciᶜî: ‘Dön!’, Kur’ân, Fecr suresi 28. ayetin başı. Bu sözcük de eski mezar taşlarında sıkça gördüğümüz kalp ifadelerdendir.
İşfa’lenâ: Bağış için aracılık dilerim.
Kaşmir: 1. İnce, sık bir tür yün. 2. Bu yünden yapılmış kazak.
Kaşmirî: Kaşmir kazaklı.
Katre-i rahmet: Rahmet damlası.
Lâne-i ten: Ten yuvası, beden.
Me’vâ: Cennet katlarından biri.
Menâb: Vekil (‘naib’ten).
Merhûm: Rahmetli, esirgenmiş (ölmüş erkekler için söylenir).
Merhûme: Rahmetli, esirgenmiş (ölmüş kadınlar için söylenir).
Mesvâh: Mekân, yer, yurt.
Metâ-ı tâ’at: Tapınım malı, ibadet birikimi.
Mihnet: Sıkıntı, ezgi, bela, dert.
Mihnetâ: Ey keder, ey acı, ey gam.
Mu’addelet-penâh: Adaletin sığınağı, adaletin bulunduğu yer.
Mürg-i cân: Can kuşu, yaşam.
Mürüvvet: İyilik, yiğitlik.
Müstenid: 1. Kılavuzu olan, 2. Dayanan, güvenen.
Per ü bâl: Kol kanat.
Rıhlet: Göç, göçme, ölüm.
Sahbâ-yı bezm-i vahdet: Birlik meclisinin tası, kadehi.
Semâᶜ eyleyüp: Duyup.
Ser-ikrâr: Kararlarıyla örnek, kararlarıyla öncü.
Sermâye-i ‘ömr-i ‘azîz: Değerli ömrün anamalı, yaşam süresi, hayat.
Seviyy-i hakk: Hakkın birliği.
Şefâ’at: Birinin suçundan geçilmesi ya da bağışlanması için yapılan aracılık.
Şefâ’at-gân: Şefaatçi.
Şehrâh-ı kıble-gâh: Yönelinmesi (gidilmesi) kaçınılmaz yol.
Ukbâ: Öteki dünya, ahiret.
Zahmet: Sıkıntı, eziyet, güç, yorgunluk
Zebân-ı hâme-i Vehbî: Vehbi’nin kalem dili, Vehbi’nin kaleminden.
Zemîn-i âsümân: Gökyüzü.
Züvvâr (‘zâir’in çoğlu): Ziyaretçiler.